Türk gazeteciliği tıpkı Türk matbu hayatı gibi Osmanlı’nın son iki yüz yılında Babıali’de başladı ve 1990’ların başına kadar da Sirkeci Cağaloğlu arasındaki cadde ve sokaklarda nefes almaya devam etti. Ancak 1980’lerin son çeyreğinde peyderpey plazalara taşınan gazetelerin mekânsal değişimiyle birlikte gazetecilik mesleği de şekil değiştirmeye başladı. Akademisyen Cem Sökmen,+ doktora tezinde bu değişiminden yola çıkarak Babıali gazeteciliğini ele aldı ve geçtiğimiz haftalarda da tezini kitaplaştırdı. Ötüken Yayınları arasında çıkan Tarihi ve Mekansal Değişimiyle İstanbul Gazeteciliği/ Babıali’den Medya Plazalara adlı kitabından yola çıkarak Sökmen ile gazetecilik mesleğini konuştuk.
Babıali’de gazeteciliğin izlerini sürdüğümüzde gazeteciliğin en hareketli olduğu, yükselişe geçtiği yıllar olarak hangi dönemlerden bahsedebiliriz?
1831’de Takvim-i Vekayi’nin yayın hayatına başlamasından günümüze neredeyse 200 yıllık bir gazetecilik tarihine sahibiz. Babıali gazeteciliğinin 19. yüzyılın son yılları ve II. Meşrutiyet’le birlikte önemli gelişmelere sahne olduğunu söyleyebiliriz. Daha sonra iki dünya savaşı ve bu savaşların etkilerini taşıyan bir dönem gelecek. Türkiye açısından 1945 sonrasında çok partili hayata geçilmesiyle birlikte gazetelerin öneminin arttığı görülüyor. Gelişen CHP ve DP mücadelesinde gazetelerin işlevi belirginleşiyor.

Hangi gazeteler var bu dönemde?
Bu yıllarda Cumhuriyet, Vakit, Vatan, Yeni Sabah, Akşam, Tan, Tasvir gibi gazeteler belirli bir geçmişe sahipken Hürriyet, Milliyet, Dünya, Yeni İstanbul gibi yeni gazetelerin sahneye çıktığını biliyoruz. 1960’lar aynı zamanda 1945’le birlikte başlayan iç göç ve şehirleşme hareketinin etkilerinin belirginleştiği yıllar. 1960’larda filizlenen yeni siyasal topluluklar, yeni dergiler ve gazetelerin boy verdiği bir iklimi de haber veriyor. Bu bağlamda gazeteciliğin satış rakamları, istihdam potansiyeli ve toplumsal karşılık bakımından yükselişe geçtiği zamanları 1945’lerle başlatabiliriz. Gazeteler 1980’lerin sonlarında ilk defa 3 milyon günlük satış barajını aşıyor.
Matbu gazetelerin en yüksek traja çıktığı yıllar hangi dönem?
1990’lar bir yandan özel televizyon patlaması yaşanırken gazete satışlarının tarihsel zirvesine tanıklık ediyor. Özellikle 1994-1995-1996 ve 1997 yıllarında günlük toplam gazete satışlarının 7 milyona yaklaştığı görülüyor. Gazete satışları akıllı telefonların ortaya çıktığı 2010’ların başlarına kadar 4 milyonun altına düşmeyen bir grafik çizmeye devam etmişti. Bu çerçevede 1945-2010 arasındaki dönemi Türk gazeteciliğinin sayfa sayısı, haber türleri, satış rakamları ve toplumsal karşılık bakımından gelişmelerin sağlandığı en canlı dönem olarak ifade etmek mümkündür.
FİKİR DÜNYASINDA ÇOK ETKİLİYDİ
Gazetelerin siyasi ve fikri olarak okuru üzerinde etkili olduğu dönemler için peki neler söyleyebiliriz?
1945 sonrasında çok partili hayata geçişle birlikte CHP’ye yakın gazeteler ve DP’ye gazeteler olgusu uç vermeye başlıyor. 1950’lerde DP-CHP mücadelesinin gazetecilik ortamına yansıması daha da belirginleşiyor. 1960’larda Adalet Partisi-CHP mücadelesinin basın ortamına yansıması izlenirken üniversite kantinlerinde aynı dünya görüşüne mensup olanların birbirlerini ceplerinde taşıdıkları gazetelerden tanımaya çalıştığını biliyoruz. 60’ların ikinci yarısıyla birlikte sosyalist, İslamcı ve milliyetçi örgütlenmelerin yoğunlaşmaya başlaması önce dergilerde, 70’lerle birlikte gazetelerde farklı grupların yayın organı kimliğinin belirginleşmesini sağlıyor ve bu durum 12 Eylül 1980 askeri müdahalesine kadar devam ediyor.
BABIALİ’DEN ANADOLU’YA
Gazetecilik İstanbul’dan Anadolu’ya 1950’lerde kara yollarının açılması, ulaşımın kolaylaşmasıyla birlikte açılıyor ve buradaki haberlerde merkezde yer bulmaya çalışıyor. Gazeteciliğin seyrini değiştiren bu süreç 1990’ların sonunda ise internetin yaygınlaşmasıyla yeni bir döneme girdi diyebilir miyiz?
İstanbul’da çıkan gazeteler, neredeyse 1960’lara kadar sadece İstanbul’da günü gününe dağıtılabiliyor. Gazete okuyucusunun İstanbul’da olması gazete haberlerinde ağırlıklı olarak İstanbul’da yaşanan olayların haberleştirilmesini bir nevi doğallaştırıyor. 1960’larla birlikte karayolları üzerinden ülkenin pek çok noktasına gazetelerin günü gününe ulaştırılması İstanbul gazeteciliğinin satış rakamlarını ve ekonomik gücünü arttırıyor. Bu da gazete kadrolarının genişlemesini, gazete sayfa sayılarının artmasını sağlıyor. Gazetecilikteki rekabet ortamı, haber sayısını ve farklı şehirlerden alınan haberlerin gazete sayfalarında yer bulma ihtimalini yükseltiyor. Gerçi dağıtım imkânlarının genişlemesine rağmen Türkiye’de yayınlanan gazetelerin ezici çoğunluğunun İstanbul’da satılıyor olması kadim bir gerçektir ama 1960’larla birlikte gazetelerin geçmişe oranla daha bir ülke gazetesi kıvamına geldiğini söyleyebiliriz. 1990’ların sonunda internetin yaygınlaşması, ülkenin farklı merkezlerinde gelişen olayların ulusal basına yansıma imkânlarını tabii ki arttırdı. Özellikle 2010 sonrasında fotoğraf, video ve sosyal medyayı bünyesinde toplayan akıllı telefonlar ülkedeki gündelik hayat içinde gelişen ve haber değeri taşıyan pek çok olayın duyulmasını ve zaman zaman ülke gündemine oturabilmesine yol açtı.
EDEBİYATTAN MAGAZİNE KAYIŞ
1950’lere kadar gazetelerin tirajlarını daha çok yazarların gazetelerde yayımladıkları roman tefrikaları etkilerken, 1950’lerden sonra toplumsal olaylar ve spor haberleri öne çıkıyor. Bu değişimin sebebini neye bağlıyorsunuz?
1950’lere kadar gazeteciliğin dinamiklerini belirleyen en önemli faktörlerden biri ülkedeki okur-yazar oranının düşüklüğü olarak gözüküyor. Bu dönemdeki gazeteciliği tam anlamıyla mantıklı bir yere oturtabilmek için “gazete satın almak ve okumak kimler için ihtiyaç olabilir?” sorusunu sormamız gerekiyor. 1945’lere kadar İstanbul’da yayınlanan günlük gazetelerin toplam satış rakamlarının 150 bini pek aşmadığını da hesaba katarsak var olan gazetelerin yayın politikalarını anlamak kolaylaşır. Gazetelerde roman tefrikalarının yayınlanması, edebiyat sayfalarının bulunması, köşe yazarlığı yapan isimlerin önemli bir kısmının edebi kimliğe de sahip olması gazetelerin ülkedeki okur-yazar tabakanın gazete satın alacak ve okuyacak potansiyeline hitap etmeye çalıştığını gösteriyor. 1950’lerden sonra ise ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel boyutlarıyla bir değişim süreci yaşanıyor. Bir yandan nüfus artıyor diğer yandan şehirleşme eğilimi güçlenmeye başlıyor. 1950’lerin sonlarından itibaren gazetelerde ekonomi haberlerinin çoğaldığını, ekonomi sayfalarının varlık gösterdiğini biliyoruz. Yolculuk imkânlarının artışı ile 1959’da Türkiye Futbol Ligi’nin kurulması da paralellik arz ediyor. Aynı yıllarda radyonun ülke sathında yayılması da bu atmosferi besliyor ve farklı şehirlerden toplumsal olaylar, ekonomi ve sporla ilgili gelişmeler artık gazete sayfalarında hatırı sayılır yer kaplamaya başlıyor.
Haldun Simavi’nin Günaydın Gazetesi 1970’lerde en çok okunan gazete oluyor. Magazinel bakış gazeteciliğin seyrini nasıl etkiliyor?
Haldun Simavi’nin Günaydın Gazetesi’nin yayın çizgisini belirlerken, Sedat Simavi’nin 1930’larda Yedigün dergisi ile başlayan Hürriyet Gazetesi ile devam eden gazetecilik anlayışından ilham aldığını düşünmek mümkün. Hürriyet’in birkaç yıl içinde günlük 100 bin tiraja ulaşması ise fotoğrafın ön planda olduğu gazeteciliğin bir başarısı olarak karşımıza çıkıyor. 1950’lerden 1960’ların ortalarına uzanan süreçte Hürriyet Gazetesi satış rakamlarında daima üst sıralarda yer buluyor. 1970’lerin ülke için en önemli iletişim gelişmesinin TRT televizyonunun yayına başlaması olduğunu ve televizyon yayın içeriklerinin gündelik hayatın diline, konularına hemen etki ettiğini düşünürsek iki önemli faktör karşımıza çıkıyor: birincisi “şehirleşen ve nüfusu artan Türkiye’de nasıl daha fazla gazete satılabilir?” sorusunu, ikincisi ise “popüler kültür, toplumu, gündelik hayatı, yaşama anlayışı ve üslubunu etkilerken bunda radyo ve televizyon içeriklerinin payı nedir?” sorusunu cevaplamaya çalışarak ortaya çıkabilir. Magazin gazeteciliğinin “çok fotoğraf-az yazı”ya dayalı mantığı içinde “az fotoğraf-bol yazılı” gazeteleri satın almayı tercih etmeyecek yeni bir okuyucu kitlesi oluşturma düşüncesini de tespit edebiliriz. Günaydın gazetesinin uzun yıllar boyunca, dışarıdaki 8 sayfasında bol fotoğraf-az yazı, içerideki 4 sayfasında ise siyaset, ekonomi ve toplumla ilgili haberlerin daha geniş işlendiği bir anlayışla yayınlanması zannederim bu eğilimleri açıklamakta yardımcı olabilir.
Darbeler gazetecilik mesleğini nasıl etkiliyor?
1939-1945 arasındaki İkinci Dünya Savaşı dönemi her ne kadar Türkiye savaşa dahil olmasa da bizim için en kötü ekonomik tablonun var olduğu bir dönemdir. Sonrasında çok partili döneme geçişle nispeten özgür ya da farklı seslerin çıkmasına daha çok imkân veren bir basın ortamı oluşsa da 1954 sonrasının DP politikalarında basının kontrol altına alınması önemli bir yer tutar. 27 Mayıs faciasının aksine ilginç bir biçimde 61 anayasasının sağladığı özgürlükler basının yükselişine yardımcı olur. Ancak 12 Mart 1971 muhtırasını verenler, “toplum bu kadar özgürlüğe hazır değil” düşüncesindedir. 1976-80 arasının yoğun çatışma günlerinden sonra gelen 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ise tam 3 yıllık bir ara dönemle sürdürülür. Bu ara dönemde ülkeyi yöneten askerler basının siyasi konularda habercilik yapmasını istemezler.
Ne tür haberler öne çıkıyor bu dönemde?
Basın patronlarının bu dönemde bulduğu çözüm magazin, polis-adliye ve spor haberlerine ağırlık vermek olur. Günaydın Gazetesi’nin sahibi Haldun Simavi, tam bir magazin gazetesi olan Tan’ı yayınlamaya başlar. Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak biraz da kayınbiraderi Ömer Çavuşoğlu’nun gazetesi Güneş’i baltalamak amacıyla magazine önemli yer veren Bulvar gazetesini çıkarır. Darbe şartlarında okuyucuyu tutmak, basın piyasasında söz sahibi olmak için genişletilen magazin gazeteciliği anlayışı ara dönem bittikten sonra da devam eder. Nitekim 1985’te yayımlanmaya başlayan Sabah Gazetesi 1990’a kadar bol fotoğraflı-az yazılı, sansasyonel haberciliği birinci planda tutan bir anlayışla okuyucunun karşısına çıkar. 12 Eylül askeri müdahalesi sonrasında siyasal ve toplumsal haberciliğin yerini magazin haberciliğinin alışı, 1980 sonrası Türkiye’nin yaşadığı ekonomik dönüşümle birleşince artık 1990’larda “Lifestyle gazeteciliği” diyebileceğimiz bir gazetecilik tarzı sadece magazin muhabirleri ve sayfaları eliyle değil, yeni zamanların kanaat önderliğine soyunan popüler köşe yazarlarının başlıca gündem maddesi haline gelir.
Pandemi matbu yayıncılığı vurdu
Yeni medya üzerinden bugün gazetecilik internet dünyasına kayarken matbu gazetecilik okuruyla birlikte küçülüyor. Sizce matbu gazetecilik bir devri kapatıyor mu? Ön görünüz nedir?

Türkiye’de özellikle 2005’lerden itibaren internet haberciliği gelişmeye başladı. İnternet haberciliği gazetecilerin istihdam edildiği yeni bir alan olarak sektöre katkı yaptı ve yapmaya devam ediyor. Matbu gazetecilik ise 2010’lardan itibaren inişe geçmiş bulunuyor. Akıllı telefon ekranının internet ve sosyal medya kullanımını rahatlatması matbu gazetelerin okunmasını ve takip edilmesini kolaylaştırdı. Gazete satışlarında pandemiye kadar devam eden bir düşüş eğilimi vardı ama pandemi 2 milyonun üzerinde seyreden satışların bugünlerde 1,5 milyona düşmesine sebep oldu. Önümüzdeki yıllar da bu düşüş daha da hızlanacak gibi görünüyor. Ancak bizim burada toplum olarak dikkat etmemiz gereken bir nokta var. Yazılı kültürü yayamadan sözlü kültürden görsel kültüre adeta zıplayarak geçiş yaptık. Ve nasıl oluyorsa her gelen yeniliğin eskiyi tamamlayıcı bir rol alabileceğini düşünmek yerine eskiyi işlevsizleştirdiğini sanıyoruz. Bu çerçevede dün ve yarın bilincinden uzak sadece “bugün”de, “an”da yaşayan bir toplum olduğumuzu söyleyebiliriz. Halbuki dijitalleşme ve yeni medya merkezli yoğunlaşmalarla birlikte apaçık görünen, yaşanmaya devam eden başka olgular da var. Mesela matbu gazetenin bu kadar gündemimizden düştüğü bir ortamda biz halen şunu görüyoruz: sabahları televizyonlarda “kahvaltı haberleri” formatında yayınlanan ortalama 3 saatlik programların en az 1,5 saatlik kısmı günün matbu gazetelerinin birinci sayfalarının arkadaki dev ekrana yansıtılması ve moderatör tarafından matbu gazetelerin kadroları eliyle hazırlanmış haberlerin seslendirilmesi ve yorumlanmasıyla geçiyor. Dijitalleşmenin bu kadar yoğun, yeni medyanın bu kadar etkin olduğu bir ortamda haber üretiminde liderliği yeni medya mecralarının ve haber kanallarının almasını bekleriz değil mi, ama bu henüz gerçekleşmiyor. Bunun yanında matbu gazetelerin haberlerinin sosyal medyada dolaşım gücü de söz konusu edilmesi gereken bir boyut. Örneğin bugün yayınlanan matbu gazetelerden Hürriyet’in sadece Twitter’da 4 milyon 300 bin takipçisi bulunuyor. Sözcü 3 milyon 500 bin, Cumhuriyet 3 milyon 400 bin, Milliyet 2 milyon 600 bin, Sabah 2 milyon 200 bin, Fanatik 1 milyon 500 bin, Yeni Şafak 1 milyon, Akşam 970 bin takipçiyle onu izliyor. Twitter’ın yanına diğer sosyal medya platformlarını kattığımızda bugün can çekişen matbu gazeteciliğin, okuyucu güveni ve kurumsal gelenek ve bir kadronun birlikte çalışması gibi faktörlere dayanarak halen etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Gazeteci patronlardan iş adamı patronlara geçiş
1980’lere kadar gazeteci patronlar Babıali’de öne çıkarken 1980’lerden sonra iş adamlarının gazeteci patronları olduğunu görüyoruz. Bu değişim gazeteciliği ne yönde etkiliyor?
Babıali gazeteciliğinde 1980’lere kadar gazetecilikten gelen patronlar geleneği olduğunu söyleyebiliriz. Burada altı çizilmesi gereken bir diğer husus da gazeteci patronların -istisnai durumlar ve zamanlar olmakla birlikte- gazetecilikten başka bir işle meşgul olmamalarıdır. Cumhuriyet Gazetesi’ni kuran Yunus Nadi’nin 1945’teki vefatından sonra gazeteyi oğulları Nadir Nadi ve Doğan Nadi yönetir. Milliyet Gazetesi’ni kuran Ali Naci Karacan’ın vefatından sonra oğlu Ercüment Karacan 1979 yılına kadar gazeteyi yönetir. Dinç Bilgin, 1895’te Selanik’te Asır Gazetesi’ni kuran bir dedenin torunudur, 1924’te mübadeleyle İzmir’e gelen babası Şevket Bilgin, bu şehirde Yeni Asır Gazetesi’nin sahibi olarak tanınır, Dinç Bilgin, Yeni Asır’ı iyi bir bölge gazetesi haline getirdikten sonra 1985’te İstanbul’a gelerek Sabah gazetesini kurar. Vatan Gazetesi’nin sahibi Ahmet Emin Yalman’ın ilk gazete kadrosunda eşi Rezzan Yalman, oğlu Tunç Yalman, eşinin yeğeni Sinan Korle gibi isimler bulunur. Tercüman Gazetesi’ni satın alarak bu gazeteyle 1965’lerden 1985’lere kadar başarılı bir grafik çizen Kemal Ilıcak muhabirlikten gelen bir isimdir. Ziyad Ebuzziya Tasvir Gazetesi’ni çıkarırken babası Talha Ebuzziya ve dedesi Ebuzziya Tevfik Bey’den gelen bir çizgiyi temsil eder. Bunların yanında 1949’da Yeni İstanbul Gazetesi’ni kuran Habib Edib Törehan hem Meşrutiyet basınında kalem oynatan bir babanın çocuğudur hem de uzun yıllar yaşadığı Avrupa’daki fikir gazeteleri benzeri bir gazeteyi çıkarmak için bütün mesaisini gazete binasında geçirir. 1938’de kurulan Yeni Sabah Gazetesi’ni 1948’de Ahmed Cemaleddin Saraçoğlu’ndan satın alan Safa Kılıçlıoğlu ve Necmeddin Sadak’tan 1957’de Akşam Gazetesi’ni satın alan Malik Yolaç da ya işlerini tasfiye etmiş ya da Habib Edib Törehan gibi gazetedeki mesaiyi hayatlarının birinci sırasına almış isimlerdir.
ABDİ İPEKÇİ OLAYINDAN SONRA MATBUAT EL DEĞİŞTİRDİ
İş dünyasının basınla buluşması nasıl oluyor?
İşadamlarının gazete sahipliğini bir yan iş olarak görerek gazete sahibi oluşu ise 1980’lerle birlikte başlar. Abdi İpekçi’nin öldürülmesinden sonra Ercüment Karacan Milliyet Gazetesi’ni satıp basın hayatından çekilmek ister. 1979 yılının sonlarında Aydın Doğan ile anlaşılır. Ancak kamuoyu ve okuyucu tepkisinden çekinilerek bu el değiştirme gazetenin künyesine iki yıllık bir sürece yayılarak dâhil edilir. Çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren bir işadamı olan Aydın Doğan 1990 yılında Meydan Gazetesi çıkarana kadar basın sektöründe yeni bir işe girişmez. Ancak 1982’de Ömer Çavuşoğlu-Ahmet Kozanoğlu ortaklığında çıkan Güneş Gazetesi, 1988’de Haldun Simavi’nin gazetelerini Asil Nadir’e satışı, aynı yıl daha önce Mehmet Ali Yılmaz’a geçmiş olan Güneş gazetesinin ve Ercan Arıklı’ya ait Gelişim Yayın Grubu’nun Asil Nadir tarafından satın alınışı bu anlamda dönüm noktaları sayılabilir. Genel itibarıyla 1980 sonrasında işadamlarının gazete sahipliğine soyunmasını 1980 sonrasında Türkiye’de yaşanan siyasal ve ekonomik dönüşüm sürecinin bir parçası olarak görmek mümkündür. Televizyonun katılımıyla yükselen iletişim sektörü ticari faaliyetler yürütenler için önemli bir araç olarak görülmeye başlamıştır. Tabii bu durum gazetelerin toplumsal sorumluluk boyutunun aşınmasına dikkatlerin önce ekonomik faaliyetlerdeki role verilmesine yol açmıştır. 1990’ların ilk yarısında Türkiye’de faaliyet gösteren çok sayıda reklam ajansının uluslararası ortaklıklara geçişi de bu sürecin bir parçası olarak yorumlanabilir.

Plazalara taşınmak mesleği değiştirdi
1990’lara kadar bildiğiniz gibi radyo ve televizyonlar devlet tekelindeyken 1990’lardan itibaren özelleşiyor. Özel sektörün bu alanlara girmesi gazeteciliği nasıl etkiliyor?
Özel televizyonculuk 1980’lerin ortalarından itibaren Türkiye’nin bilinen işadamları tarafından gündeme getirilmekle birlikte ilk girişim 1990 yılında Cem Uzan ve Ahmet Özal ortaklığında kurulan Star 1 televizyonu ile gerçekleşiyor. Anayasal zeminin bulunmadığı 1993 yılı ortalarına kadar Erol Aksoy’a ait Show Tv, Dinç Bilgin’e ATV ve Aydın Doğan-Ayhan Şahenk ortaklığında Kanal D kanalları ve önemli bir kısmı büyük işadamlarının medya gruplarına ait olan özel radyolar ortaya çıkıyor. Bazı yorumcular tarafından böyle bir tahmin yürütüldüğü halde özel televizyonculuk ve radyoculuk gazetelerin satış rakamlarına olumsuz bir etki yapmıyor. Bilindiği gibi 1990’lı yıllar Türkiye gazetecilik tarihinde en yüksek satış rakamlarının yakalandığı bir dönem oluyor. Özel televizyonculuğun insan kaynağı büyük ölçüde Babıali gazeteciliği oluyor. Gazetelerde yöneticilik veya köşe yazarlığı yaparak sivrilmiş bazı isimler gazeteciliğin yanına televizyon programcılığını da ekleyerek ekran yüzü haline geliyorlar. Bu popülerlik sayıları çok olmayan bir grup gazeteciyi geride kalan büyük gazeteci grubundan belirgin bir şekilde ayırıyor. Televizyonla yükselen popülerlik az sayıda gazetecinin büyük gelirlerle sahip olmasını beraberinde getiriyor. Televizyonculuk yeni bir alan olduğu için ilk yıllarda televizyon alanında çalışan insanlar da hatırı sayılır maaşlar alıyor fakat 1994 krizi televizyonculuk ve gazetecilik alanında birkaç yıldır gelişen rekabetle sağlanan ücret stantdardının tekrar aşağıya düşmesine sebep oluyor.
Gazetecilik mesleğinin Babıali’den plazalara çekilmesi bir anlamda gazetecilerin de toplumun içinden plazalara çekilmesi anlamına geliyor. Bu değişim haber anlayışına ve gazetecilik deneyimlerine nasıl yansıyor?
İstanbul gazeteciliği 1990’ların ortalarında Yenibosna-Bağcılar aksında inşa edilmiş binalara ve medya plaza binalarına taşınmaya başlıyor. Gazeteciliğin büyümesi ve İstanbul’un şehrin tarihinde hiç olmadığı kadar büyümesi göz önünde bulundurulduğunda gazetelerin yönetim ve üretim birimlerinin Cağaloğlu’ndan daha geniş alanlara taşınma eğilimini anlamak mümkün. Ancak mekânsal değişim sadece Cağaloğlu’ndan Medya Plaza binalarına doğru gerçekleştirilen bir uygulama değil. Şehir 1990’lar itibarıyla 80’lere oranla bile büyük bir hızla büyürken şehrin batı bölgesine doğru yapılan bir uygulama. 1985’lerle birlikte şehir merkezinin sanayi kuruluşlarından arındırılması projesi dillendirilir ve uygulamaya konulurken gazetecilik haricindeki bütün sektörlerin belirli bir bölgede, sınırları belli bir site içinde yerleştirildiğini görüyoruz. Şehir merkezinden çıkarılan sektörler arasında sadece gazetecilik sektörü şehrin yeni üretim merkezi olarak gösterilen bölgeye dağılarak yerleşiyor. Daha önce Sirkeci, Eminönü, Sultanahmet, Beyazıt hattında haberin kaynağı olan topluma yakın, aynı sektörün parçası olan diğer gazetelerle komşu bir biçimde yürüyen gazetecilik dünyası Yenibosna-Bağcılar aksında birbirinden ve şehirdeki toplumsal hayattan kopuk bir şekilde konumlanıyor. Böyle bir uygulamanın kaçınılmaz sonucu, ikinci el habercilik, ve haber ajanslarına bağımlılığın gelişmesiyle bir gündelik pratiğe dönüşen masabaşı habercilik oluyor. Bu süreçte muhabirin ve özel haberciliğin önemi gittikçe azalıyor. Haber ajanslarına bağımlılık gittikçe bazı gazetelerin içeriklerinin önemli ölçüde birbirine benzemesi sonucunu doğuruyor. Gazeteciliğin olmazsa olmazının muhabirlik olduğu unutuluyor ya da bile bile önemsizleştiriliyor.